Ilgın Gökler Danışman
Doç. Dr. Ilgın Gökler Danışman, 1998 yılında ODTÜ Psikoloji Bölümü lisans programından mezun olmuş, ardından 2001 yılında aynı üniversiteden Klinik Psikoloji Yüksek Lisans; 2008 yılında ise Ankara Üniversitesi’nden Klinik Psikoloji Doktora derecesini almıştır. Doktora eğitimi sırasında bir dönem ABD’de bulunmuş, Kolombiya Üniverstesi’ne bağlı Uluslararası Travma Çalışmaları Programı’nı (International Trauma Studies Program) ve Ackerman Instıtute for the Family’de aile terapisi eğitimini tamamlamıştır. 1998 yılından bu yana yoğun olarak psikolojik travma alanında çalışmaktadır. Türk Psikologlar Derneği Travma Çalışma Grubu üyesi olarak, yurtiçi ve yurtdışında yürütülen psikososyal çalışmalar ve ulusal ve uluslararası projelerde etkin olarak görev almıştır. Aynı zamanda Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği kurucu üyesidir. Travma alanındaki akademik ve alan çalışmalarında doğal afetlerden, insan eliyle ortaya çıkan bireysel ve kolektif travmalara kadar pek çok farklı travmatik olgu üzerine odaklanmış; Türk Psikologlar Derneği, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Dernekleri Federasyonu, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, UNICEF, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD_ASAM), World Human Relief gibi sivil toplum kuruluşları ve SHÇEK, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı gibi resmi kurumlara yönelik olarak psikolojik travma alanında çeşitli eğitim, seminer, süpervizyon ve danışmanlık hizmetleri yürütmüş; üniversite bünyesinde Travma Psikolojisi dersleri vermiş; sempozyum ve bilimsel etkinlikler düzenlemiş ve travma alanında yürütülen TÜBİTAK projelerinde araştırmacı olarak yer almıştır. Ülkemizde ve dünyanın başka bölgelerinde meydana gelen çeşitli doğal afetler (1999 Marmara Depremi Depremi, 2002 Afyon Depremi, 2004 Pakistan Depremi vb.) ve insan eliyle yaratılan travmaların (2003 İstanbul Saldırısı, 2015 Ankara Garı Katliamı, 2016 Merasim Sokak Saldırısı, 2016 Güven Park Saldırısı vb.) ardından gerçekleştirilen psikososyal alan çalışmalarının planlanması ve yürütülmesinde gerek koordinasyon ekibi üyesi gerekse saha çalışanı ve süpervizör olarak yer almıştır. Klinik psikolojinin toplum ruh sağlığına katkıda bulunması gerektiğini savunmakta; yurtiçi ve yurtdışı araştırma, eğitim ve sosyal sorumluluk projelerinde ve toplum temelli çalışmalarda araştırmacı, eğitimci ve danışman olarak yer almaktadır. Bunlar arasında, İstanbul Kadın ve Aile Sağlığı Merkezleri, Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı, Maltepe Üniversitesi Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Araştırma ve Uygulama Merkezi, TED Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Birimi ve TEDÜ COPES ile yürüttüğü çalışmalar sayılabilir. Ulusal ve uluslararası nitelikte çeşitli bilimsel eserleri bulunan Ilgın Gökler Danışman, 2004 yılında Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi Araştırma Ödülü’nü almıştır. Mart 2015’ten bu yana kurucu akademik kadrosunda yer aldığı TED Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde çalışmakta ve 1996 yılından beri bölüm başkanlığı görevini sürdürmektedir. 2016 yılında TEDÜ bünyesinde Türkiye’de bu alanda diploma veren ilk lisansüstü program olan Gelişim Odaklı Klinik Çocuk ve Ergen Psikolojisi Yüksek Lisans Programı’nı kurmuştur. Nisan 2020’de COVİD-19 pandemisi döneminde psikososyal destek çalışmaları yürütmek üzere hizmet vermeye başlayan TEDÜ Coronavirüs Psikososyal Destek Ekibi’nin (TEDÜ COPES) kurulmasına öncülük etmiştir. Akademik ilgi alanları arasında çocuk ve ruh sağlığı, aile yaşam döngüsü ve krizler, psikotravmatoloji, travmatik kayıp ve yas yer almaktadır.
Çocukluk Döneminde Anne-Baba-Kardeş Kaybı ve Yas
Pek çok çocuk ve ergen çeşitli nedenlerle yakın bir aile bireyinin kaybını deneyimlemektedir. Çocukluk dönemi anne, baba ya da kardeş gibi birinci dereceden bir aile üyesinin kaybı karşısında incinebilirliğin yüksek olduğu bir yaşam evresidir. Bu incinebilirlik, çocuğa destek sağlaması beklenen diğer aile üyelerinin de kendi yas süreçleri içine çekilmiş olması nedeniyle daha da derinleşebiliir. Çocukluktaki travmatik deneyimlerin ne tür etkiler ortaya çıkaracağı, büyük ölçüde olayın yaşandığı gelişimsel dönemin özelliklerine bağlıdır. Bu nedenle çocuklarda kayıp ve yas süreçleri ele alınırken mutlaka gelişimsel bir bakışaçısı benimsenmelidir. Ayrıca, kayıp ve yas, çocuğun bireysel olarak deneyimlediği bir durumdan çok, ailesel ve daha geniş çevresel bağlam içinde yaşanan, karşılıklı etkileşimlerle örülü bir süreçtir. Dolayısıyla, çocuğun yakın aile bireylerinin kaybı sonrasındaki tepkilerini ve izleyen dönemlerdeki psikososyal uyumunu anlamaya çalışırken sistemik yaklaşım önemli bir çerçeve sunar. Bir aile üyesi öldüğünde, çocuklar ve geride kalan diğer aile bireyleri yalnızca kaybettikleri yakınları için yas tutmazlar. Aynı zamanda bu kayıp nedeniyle etkileşimsel bir sistem olan ailenin geri döndürülemez bir değişime uğramış olması nedeniyle genişleyen bir yas süreci söz konusudur. Her ne kadar araştırmalar çoğunlukla birinci dereceden yakın kaybının tek tek aile üyeleri üzerindeki etkisine odaklanıyor olsa da, aslında aile sisteminde aynı anda birçok perspektiften çoklu kayıplar yaşanmaktadır. Söz gelimi, çocuk için anne ya da babasının kaybı, aynı zamanda karı-koca için eş kaybı; ailedeki büyük kuşaklar içinse kendi yetişkin çocuklarının kaybı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, her birinin tepkisi zincirleme bir biçimde birbirini etkileyecek ve aile sisteminin bütününe yansıyacaktır. Ailedeki bu yansımalar yine döngüsel biçimde çocuklar da dahil olmak üzere tüm aile bireylerini etkileyecektir. Çocuğun uyumundaki zorluklar ve duygusal sıkıntılar yalnızca yasa bağlı olarak değil, aynı zamanda aile içindeki duygusal etkileşim alanın değişikliğe uğraması nedeniyle de ortaya çıkar. Ailedeki ebeveynlerden birinin ölümü, aile dinamiklerinde değişimi gerekli kılar. Aile içi rollerde, iletişim örüntülerinde ve geride kalan ebeveyn ve kardeşlerle olan ilişkilerde kaçınılmaz değişiklikler yaşanır. Bir ebeveynin ölümünün ardından, aile içinde çocukları doğrudan ve dolaylı biçimde etkileyen pek çok başka değişiklik meydana gelir. Geride kalan ebeveyn çoğunlukla, hem kaybettiği eşinin yasını tutmakta hem de tek ebeveynli bir aile olmanın getirdiği sorumluluklar ve zorluklarla başetmeye çalışmaktadır. Bu durum çocuklar için sağ olan ebeveynlerinin psikolojik olarak ulaşılabilirliğini engellemekte; ebeveyn-çocuk ilişkisine ayrılan zamanı kısıtlamakta ve ebeveynin çocuğun yaşamındaki bu zorlu dönemde bir destek figürü olarak var olmasına yeterince izin vermemektedir. Ailenin maddi koşullarının zayıflaması; şehir, mahalle, okul değişikliği; sağ olan ebeveynin yeniden evlenmesi gibi değişiklikler, ebeveyn kaybının yarattığı sarsıntının etkisini şiddetlendirmektedir. Bütün bu değişiklikler, yas tutan çocuğun dünyaya, yaşama, diğerlerine ve kendine yönelik temel varsayımlarını olumsuz yönde değiştirme, dolayısıyla uyumunu zorlaştırma ya da bozma potansiyeline sahiptir. Araştırmacılar, anne-baba kaybını izleyen yas sürecinde, kaybı yaşayan çocuk, kaybedilen ebeveyn, diğer temel bakımverenler ve aile sisteminin özellikleri arasındaki etkileşimi anlamak gerektiğini ileri sürmektedirler. Benzer biçimde, kardeş kaybının da aile sistemi düzeyinde ele alınması önem taşımaktadır. Bir çocuğun ölümü sonrasındaki yası ele alan tartışmalar çoğunlukla evlat kaybı yaşayan anne-babanın deneyimine odaklanmaktadır. Alanyazındaki bu yönelim, sosyal çevrenin kardeş kaybı yaşayan çocukları göz ardı eden yaklaşımını yansıtmaktadır. Diğer “mahrum edilmiş yas” örneklerinde olduğu gibi, kardeşlik bağına sosyal çevre tarafından çoğu zaman hakettiği değer verilmez; geride kalan kardeşlerin yası görünmez olarak kalır. Oysaki böylesi bir kayıp çocuk açısından bakıldığında, bir yandan yaşamındaki çok önemli bir ilişkinin yitirilmesi, bir yandan da anne-babayla olan ilişkilerin değişime uğraması anlamına gelmektedir. Bu sunumda, çocukluk döneminde yaşanan anne-baba ve kardeş kaybının etkileri ve yas süreci sistemik bakış açısını temel alan bir yaklaşımla derinlemesine ele alınacaktır.